Papirus Dergisi Nisan Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır
Gökhan Yesari
“Şiirle başarı kazanmayı hiçbir zaman düşünmedim. Aslında hiçbir konuda başarı kazanmayı düşünmedim. Şiir ne benim için? Dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, babam, gözaltım ve kendimi hiçlemeyi bilişim. Daha önemlisi yazgım olarak da görüyorum onu. Şiir, benim hem mesleğim hem de hayatımın özü oldu…” Böyle der, şiirimizde yeni yaklaşımlara doğru yelken açan, İkinci Yeni Hareketinin öncü ismi Cemal Süreya.
Kendi deyişiyle ‘Çocukluğunu yitirmemiş adam’ Cemalettin Seber’in yaşamı ilk yıllarından itibaren tutkunun, şiddetin, gönüllü veya gönülsüz sürgünün gölgesinde başlayıp, şiiri gibi gerçeküstü bir biçimde sürüp gidecektir.
Cemalettin, gerçek adı Gül olmakla birlikte ten renginden dolayı ‘Gülbeyaz’ olarak çağrılan annesi ve kıyafetine düşkünlüğü sebebiyle ‘Süslü’ diye bilinen babası Hüseyin’in ilk çocuğudur. (1931)
Çelimsiz ve zaman zaman havale geçiren küçük bir çocuk iken, onu besleyebilmek adına bir ritüel gibi Kerem ile Aslı’yı anlatmak zorunda kalır annesi. “Ateş Kerem, tutuş Kerem, yan Kerem, / Yandım Kerem, beni rüsva eyleme!” dizeleri küçük Cemalettin’in şiirle ilk tanışmasıdır. Öyle ki; Süreya bir söyleşide onu edebiyata götüren en keskin nedenin annesi olduğunu ifade eder. Arif Damar’a yazdığı bir mektupta da “Senin yüzünü bir akrabamınkine benzetiyorum. Baba tarafından. Oysaki ben sanatçıyım, anne tarafından,” diyerek şair duyarlılığını annesine bağlamıştır.
Cemalettin’in ölümle ilk karşılaşması ise küçük kardeşi Kemal’in vefatıyla olacaktır. “4 yaşındayım. 1 yaşındaki kardeşim ölmüş. Babam, kollarındaki bir yastığın üstünde taşıyor onu. Ardında bir kalabalık. Ben penceredeyim. Kış. “
Dersim harekâtı sırasında amca Memo’nun valiyle takışması sonucu aile Bilecik’e sürgün edilir. Sonraları ‘Kişne Kirazını ve Göç, Mevsim’ şiirindeki “Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi,” dizeleriyle bu yolculuğu anlatacak ve o sürgünün hayatına soktuğu göç teması Süreya şiirinin ana izleklerinden biri olacaktır.
Bilecik’te yaşarlarken Cemalettin’in yaşamını etkileyecek ikinci ölüm, o 6 yaşında iken annesi Gülbeyaz’ın doğum sırasında kaybedilmesiyle ortaya çıkacaktır. “Küçük kalbimdeki kuş ölmüştü,” diye ifade edecektir bu erken ölümü ve ekleyecektir “Ağlamadım sızlamadım, acısı içime oturdu.”
İlk şiiri Şarkısı-beyaz’da bu acıyı derinden görürüz. “İnsanlar bir ölümle öldüler ki / Sevgiler arasında şaşırıp / Bir unuttular ki deme gitsin / … / Onu kocaman ellerimle sevdim / Ölüm daha saçlarına gelmemişti Şarkısı-beyaz / Saçlarını koynumda saklıyorum / Arada bir ağlamak için.”
Psikiyatr Yusuf Alper, Cemal Süreya şiirini psikodinamik açıdan incelediği eserinde (Özgür Yayınları, 2009) bu dizeleri şöyle yorumlar: “Şair, annesini yitirmiştir ama hayali olarak saçlarını en derininde, kimselerin görmediği koynunda saklamaktadır. Onun yasını, bir parçasını taşıyarak kendinin kılarak, azaltmaya çalışmaktadır.”
Cemal Süreya, bir söyleşide annesinden bahsederken: “Annemin gözlük taktığını anımsıyorum. Yüzünü değil ama bazı tavırlarını hatırlıyorum. Bende çok kalmış,” der.
Kendisinden bir fotoğraf bile kalmayan annesinin, hafızasındaki resmini teyzesiyle karıştırır Süreya ‘Yüreğim yaban argosu’ şiirinde: “ Bir çocuktun sen / Bir çocuktun sen, bir bardak duruyordu eşikte / … / Neden sonra aldın o bardağı; o yüzyıl beklemiş sütü; çırpınarak bir tülbentten / süzülmeye uğraşan o koyu, o beyaz, o rahatsız sübyeyi içtin elinden; onun süreğen elinden / annen miydi? Kesik saçı ve açık ensesi miydi teyzenin?”
Annesinin vefatından sonra zor günler başlar Cemalettin için. İlkokulda sürgünlüğüyle dalga geçen arkadaşlar sayesinde “öteki” olarak görülmekle tanışır o yıllarda. Sekiz yaşında İstanbul’a amcasının yanına gelip Beyoğlu 37. İlkokula kaydolur.
“Bizim peder, ben ikinci sınıftayken büyükannemi ve iki kız kardeşimi de İstanbul’a attı. Ama üçüncü yıl kendisi de temelli İstanbul’a gelmesin mi? Arnavutköy’de bir iş bularak çalışmaya başladı. Bir akşam eve polis geldi. Hepimizi alıp Emniyet Müdürlüğü’ne (Sansaryan Han) götürdüler. Bir gece orda kaldık. O sıra, küçük kız kardeşim daha beş yaşında. Büyükannem ise en az altmış beş. (…) Ertesi gün jandarma refakatinde sürgün yurdumuz olan Bilecik’e posta edildik. Ben kaç yaşındayım? On birin içinde. Ortaokulu bir serçe kentte okudum. Bilecik’te. Ailemiz sürgündü orada. Parasız yatılıydım. Yani hem sürgün, hem parasız, hem yatılı,” diye anlatır sonraki yılları, Ünsal Oskay’ın Türk şiirinin üç parasız yatılısından biri olarak tanımladığı Cemal Süreya. Diğer ikisi, Ece Ayhan ve Sezai Karakoç’tur.
Küçük Cemalettin’in ilkokul 3.sınıfta iken Suç ve Ceza ile başlayan okuma serüveni, sonrasında Karamazov Kardeşler’i defalarca okuyarak devam etmiştir. Kendisini bir şair olarak edebiyata iten şeylerin arasında en çok bir romancının, Dostoyevski’nin etkisini olduğunu söyleyecektir. “Dostoyevski’yi okudum. Ondan sonra hiç huzur kalmadı bende…”
Cemalettin’in, otoriter babasıyla olan ilişkisi, her feodal ailede olduğu gibi mesafelidir. Üstelik babası nakliyecilik yapması sebebiyle evden sık sık uzak kalmaktadır. “Kamyonların uzun yol kokusu, bir mutluluk, bir sevinç hatırlatır bana, kamyon dönmüştür sonunda: Benzin, makine, yağ ve lastik kokusu birbirine geçmiş, solunur bir kıvama gelmiş, baba kokusuyla birleşmiştir. Bilirdim, ertesi gün, iyi bir gün değil, sürekli azarlanacağım. Şu üstüne başına bak! Daha dün yaptırdık şu ayakkabıları! Niçin gitmedin İlhami Bey’e? Ama uzun yol kokusu da bilirdi kendisinin uzun yol kokusu olduğunu. Ben uyurken, gece yatağıma eğilir, yanağımdan, daha çok da kaşlarımın ve gözlerimin birbirine en yakın olduğu yerden hafifçe öperdi. Belli belirsiz ayrımsardım, yarın iyi bir gün olacak.”
Süreya, babasının kendisini kucağına alıp sevdiğini pek hatırlamayacaktır. Annesinin kaybından ve eve bir üvey anne “Saçından kavrayıp kız kardeşimi / Kuyudan sarkıtan kadın” gelmesinden sonra babasından daha da uzaklaşır ve bu boşluğu ona okuma-yazmayı, matematiği, resim yapmayı ilkokula başlamadan öğreten amcası Memo ile doldurur. Daha sonraları oğluna amcasının adını verecektir. Amcası öldüğünde de cüzdanından Cemalettin’in fotoğrafı çıkacaktır.
Cemalettin, liseyi Haydarpaşa’da, üniversiteyi de Ankara Siyasal Bilimlerde, ağızlarda yer etmiş adıyla Mülkiye’nin Maliye ve İktisat bölümünde okur. Şiir sanatına ilk girişini söyle açıklar: “İlk şiirlerimi biraz geç yayımladım, 1953 yılında Mülkiye dergisinde.”
Üniversiteyi okurken babası ile bir krizin eşiğine gelirler. Cemalettin, Bilecik’ten tanıdığı bir genç kız ile nişanlanır. Hüseyin Bey, aileden habersiz yapılan bu acele girişimden hoşnut kalmaz. Oğlunun öncelikle üniversiteyi bitirerek, Avrupa’ya gidip dil öğrenmesini, mesleğinde ilerleyip, rahat bir hayata kavuşmasını istemektedir. Aralarındaki bu görüş ayrılığı sonucu; babasına cevabı, o henüz hayatta iken bir şiirle gelecektir:
“Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar aldılar götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”
Nişanlısı ile gene aileden kimse olmadan evlendikten ve üniversiteyi bitirdikten sonra maliye müfettişliği ile başlayan memurluk macerası, edebiyat ve dergicilik faaliyetleri sebebiyle zaman zaman fasıla verse de bir yılı araştırma göreviyle gittiği Paris’te olmak üzere, devletin çeşitli kademelerinde yıllar boyu devam edecektir. Memurluk ve özellikle maliyecilik ile şiirin nasıl bağdaştığı konusundaki sorulara yanıtı: “Şiir para getirmediği için her şair ikinci bir uğraş arayacaktır. Bunun şiirden uzak olması, şair için daha iyi galiba. Çünkü uğraştan derin bir soluk alırcasına kopabilir. Ama aynı zamanda düşünceye yönelmemde mesleğimin etkisi olmuştur çünkü maliye müfettişi kusur bulmaya değil ıslah etmeye çalışır,” olur.
Edebiyat macerası boyunca çeşitli takma adlar kullandıktan sonra üç isimli çoğu edebiyatçıya öykünerek Cemal Süreyya Seber olarak devam etmeyi düşünmüştür. Nihayetinde ‘Cemal Süreyya’ isminde karar kılmış iken, döneminde şiirimizi fazlalıklarından arındırmaya talip şair olarak anılmaya başlanan Süreyya, benzer bir hamleyi kendi seçtiği soyadındaki y’lerin birinden kurtulmakla yapar. Gerçek sebebi neydi bilinmez ama bir iddia sonucu olduğunu söyler ve ekler: “2 tane Y olduğundan sakınca görmedim.” Böylece Cemal Süreya ismi ilk kez 1956 yılında yayımlanan ‘Elma’ şiirinde görülür.
Bir sene sonra, Süreya’yı derinden etkileyecek bir başka ölüm ortaya çıkacaktır. Babasını bir trafik kazasında kaybeder. Acısını sert bir biçimde ‘Yunus ki Süt Dişleriyle Türkçenin’ şiirinde açığa vurur: “Sen ki gözlerinle görmüştün 57’de / Babanın parçalanmış beynini / Kâğıt bir paketle koydular mezara / İstesen belki elleyebilirdin de / Ama ağlamak haramdı sana. /”
“Babamın trajik ölümünü anımsıyorum; kız kardeşlerim, halam, başkaları kendilerini yerden yere atıyorlardı. Benim gözümden yaş bile gelmemesi o günlerde dedikodu konusu bile olmuş. Bir süre sonra onlar gerçeğe alıştılar. Ama benim içimdeki düğüm çözülmedi. Üç yıl sonra Aksaray’da on üç yıl sonra Beykoz’da gittiğim kahvelerde birçok kez babamın az ilerideki masada oturduğunu gördüm. Çayını içiyor az sonra da kalkıp gidiyordu. Yanılsama, evet. Ama neden bütünüyle işlemiyordu yanılsama? Niçin yanına gitmiyordum?” Sonraları bu durumu ‘Camdan’ adlı şiirinde dizelere dökecektir: “Sandalyede tıpkı benim gibi oturuyor boşluğum / Bir eli alnında benim gibi ama / ….. / Biraz daha mı benziyor babama? / Bir yaş büyüğüm babamdan. /
1958 yılında Süreya’nın ilk şiir kitabı ‘Üvercinka’ yayınlanır ve o yıllarda üzerinde en çok konuşulan eserlerden biri olur, olumlu tepkiler ve Yeditepe Şiir Ödülü’nü alır. İkinci Yeni’nin en şiddetli karşıtlarından biri olan Asım Bezirci bile onun, kuşağının en güçlü şairlerinden biri, hatta en güçlüsü olduğunu ifade eder. Orhan Duru, “Bir kuşak şairini arıyordu, galiba buldu,” der. Enis Batur, onun şiirini “Uzanır uzanmaz tutabileceğimiz kadar yakın ve o an elimizden sıvışıp gidecek kadar da uçarı,” olarak niteler.
İlk kitabına ad olarak seçtiği ‘Üvercinka’ sevdiği kadınlardan birine verdiği türetilmiş bir isimdir. Kadınlar, Süreya’nın yaşamı ve şiirinde ironi ve ölçülü bir erotizm eşliğinde önemli yer tutacaktır. Her seferinde güvenli bir liman arayışında ‘Bayan Nihayet’i aradığı evlilik ve aşklar yaşar. “Aşk, meşru bir şey olamaz. O da şiir gibi meşrulaşınca, uzlaşınca ölür. Genel olarak sanat böyledir,” der ve ekler: “İki şey, aşk ve şiir mutsuzluktan beslenir, biri ona dönüşür.”
Cinselliği, hayatın ve doğanın bir parçası olarak görür. Ona göre: “Şiir, her şeyi söyleyebilmek sanatıdır.” Yusuf Alper; Süreya şiirindeki zeki, lirik, esprili, erotik yanların anne kaybının bir yansıması, örtmeye çalıştığı acısının izleri olduğunu belirtir. Cemal Süreya, anne imgesini şiirinde ‘Kadın’la bağdaştırıp kullanır. Sevdiği her kadında Freudyen çıkarımlara açık bir biçimde annesini arar: “Annem çok küçükken öldü / beni öp, sonra doğur beni.” Bir söyleşide bu durumu Süreya şöyle açıklar: “Zaman zaman hayatımın ana çizgisini kendi kendime sormuşumdur ve bunu buldum. Şefkat arıyorum.”
Süreya, ikinci şiir kitabını ilkinden 7 sene sonra, göçün hayatında bıraktığı etkiyi dışarı vurduğu ‘Göçebe’ adıyla çıkartmıştır. “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası.” Hiçbir semtte berberi olmadığını, 1954-1980 yılları arasında 26 yılda 28 ev değiştirdiğini ve dolaştığı şehirler arasında en çok İstanbul’dan etkilendiğini ifade eder. “İstanbul, bir kent gibi değil, bir hayvan gibi. Canlı, yağmur yağdığı zaman tüten, kokusu olan, diri, çok eski çok karışık…” Süreya, hayatında sürgünlüğe ve travmalara yol açan kökenlerinden ise 80’li yıllarda devlet memurluğundan emekli olana kadar bahsetmeyecektir. Haydar Ergülen bu durumu, “Unutmak isteyen bir hali vardı, hatırlamak istemeyen,” diye açıklar.
Üçüncü şiir kitabı ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ 1973 yılında yayımlanır. “Az yazıyorum, evet. Her kitabımın arasında ortalama 7,5 yıl var. Hemen her saat şiir düşündüğüm, onunla iç içe yaşadığım halde herkesten az yazmışım. Aslında daha çok yazmak isterdim.” Süreya; şiir yazmanın yanı sıra, etkilendiği Fransız şairlerden Guillaume Apollinaire’in de, Ionescu, De Exupery, De Beauvoir, Balzac, Zola, Sartre gibi yazar ve düşünürlerin de içinde bulunduğu geniş bir yelpazede çeviriler yapar. Aynı zamanda düzyazılar, eleştiri ve denemeler, İzdüşümler adı altında dönemin ünlü –özellikle de politik- simalarının portrelerini de yazmıştır. “Siyaset yazmak benim gizli kalmış yeteneğimdir. Kendi yaptıklarım arasında şiirimden sonra ikinci doruğa İzdüşümler’de ulaştım,” der.
Dergilerin, edebiyatın laboratuvarı olduğunu düşünen Cemal Süreya’nın bir diğer tutkusu da şüphesiz dergiciliktir. Özellikle de Ağustos 1960’dan başlayıp 1981 yılına kadar uzanan bir dönemde, maddi imkânsızlık ve başka sebeplerle zaman zaman yayına ara vermekle birlikte devam edebilmiş olan Papirüs dergisi, şiirimizde yeni ufuklar açması ve çevresinden yeni bir edebiyatçı kuşağının yetişmesine olanak vermesi açısından son derece önemlidir. “Bir dergi gibidir benim hayatım. Bu yüzden ölmem batarım.”

Evliliklerinden iki çocuğu olmuştur, ilk eşinden olan kızı Ayçe ile arasına Süreya’nın değişik şehirlerde geçen memuriyeti ve diğer evlilikleri sebebiyle mesafeler girer. Hayatının son dönemlerinde ise oğlu Memo ve annesiyle yeniden birlikte yaşamaya başlarlar. “Memo. Ne güzel çocuğumuz var.” diyerek oğluna düşkünlüğünü ifade eden şairin yakın arkadaş çevresinde, son günlerinde ondan kaynaklanan sorunlar yaşadığı konuşulur. 9 Ocak 1990 günü Cemal Süreya hayata gözlerini yumar…
Doğan Hızlan’ın deyişiyle “Dil lezzetlerinin sultanı” artık yoktur. Süreya’nın vefatının sebebi, o yıllarda üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapılmakla birlikte, adli tıp raporuna şeker koması ve kalp yetmezliği olarak geçer. Oğlu Memo da babasının kaybından 7 ay sonra, trajik bir kaza sonucu hayatını kaybedecektir.

Cemal Süreya, mezar taşında da yazan son şiirinde ölümü bile ironiyle karşılamıştır:
“Ölüyorum tanrım. / Bu da oldu işte. / Her ölüm erken ölümdür. / Biliyorum tanrım. / Ama ayrıca aldığın şu hayat fena değildir… / Üstü kalsın…”
Süreya’nın ani ölümü, onu ve sanatını seven herkesi üzer. Oruç Aruoba doğru bir tespitle, “Bir şairin gözleri kapanınca, dünyada görülecek şeyler azalır,” der. Can Yücel de, “Aşk yok gayri memlekette / Cemal Süreya beri gideli…”
Son noktayı ise şüphesiz Turgut Uyar koymuştur:
“Cemal Süreya öldü diyorlar / İlahi Azrail / Cemal Süreya hiç ölür mü? “
Not: Yazıda yer alan Cemal Süreya şiir alıntıları, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2013, “Sevda Sözleri-Bütün şiirleri” adlı kitaptandır.