Pamuk toplayanlar, balıkçılar, işçiler ve at resimleri yapan Abidin Dino, abisi Arif’in, şiir-resim sanatına bakışını açıklar; “ ”İfrazat”demişti şiir sanatını tanımlamak için, fazlasıyla tekrarlayabilirdi bu sözü resim için.”(1) “Abidin Dino abisine ilişkin bir yazısında sanat üzerine sorular sorar; “Arif Dino – Gerçek sanat eseri, tezek misalidir. Abidin Dino – Hoppaala – Arif Dino – Öküzün ineğin fışkısı, dışkısı, tezeği gibi bir şey. Meselâ sanat köylünün ateşinde, ocağında yanıp onu ısıtabilir. Birinin duvarını, damını meydana getirebilir, çocuğunu tipiden koruyabilir mesela. Manen hiç değilse. Abidin Dino – Haydaa, şimdi de sanatçıyı inek yaptın çıktın. Dostlar duymasın, çok çabuk güceniyorlar şu sıra.”(2)

Çinli ressam Shitao ; ““Fırça”, der “nesneleri kaostan kurtarmak içindir.”(3) El resimleri çizen Abidin Dino’ya “Saman Sarısı” adlı şiirinde sorar Nâzım; “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin/ 1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin/(.) bir el gördüm Havana’nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın bir duvarın üstünde bir el gördüm/ ferah bir türküydü duvar/ el okşuyordu duvarı/ el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının/ on yedi yaşındaydı el ve Mariya’nın memelerini okşuyordu avucu/ nasır nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu/ yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun/ yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan/ otuz yaşındaydı el ve Havana’nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu/ okşuyordu duvarı/ sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini/ Kübalı balıkçı Nikolas’ın da elini yap karakalem.”(4) Nesneleri kaostan kalemiyle kurtaran Nâzım, Dino’nun fırçasını Küba’ya çağırır.

Abidin Dino – Eller

     Dino’da, Çinli kominist Mao Zedong ve ona inanan gençlerin, Chiang Kai-Shek’in, 700.000 kişilik ordusunun kuşatmasından kaçışları ve zorlu yürüyüşlerini anlatan, 1956 yılında yaptığı “Uzun Yürüyüş” adlı tablosuyla Nazım’ın kalemini şiire çağırır. “Bu adamlar, Dino/ ellerinde ışık parçaları,/ bu karanlıkta, Dino,/ bu adamlar nereye gider? Sen de ben de, Dino,/ onların arasındayız,/ biz de, biz de Dino, gördük açık maviyi.”

Abidin Dino – Uzun yürüyüş

      Berger; “Resim yapma itkisi gözlemden ya da (muhtemelen kör olan) ruhtan değil, bir karşılaşmadan doğar. Ressamla ve modeli arasındaki bir karşılaşmadan – Bu model bir dağ ya da boş ilaç şişeleriyle dolu bir raf bile olsa. Aix’den göründüğü haliyle (başka yerlerden bakıldığında şekli çok farklıdır) St. Victoire Dağı, Cezanne’ın yoldaşıydı.”(5) Her an görünümü değişen modeliydi.

St. Victoire Dağı, Cezanne

Nâzım’la Bursa Hapishanesi’nde tanışan İbrahim Balaban’ın ilk yoldaşı annesinin gergefindeki çiçekler, kuşlardı. Biraz büyüyüp dışarı çıktığında at, eşek, öküzleri görür; “Öküz güderken onların resimlerini çizmek bir ödevdi sanki. Öküzler çayırda yayılırken her gün bana model duruyorlardı. Neden hep öküzlerin resmini çiziyordum? Bu dürtü, gerçek yanıyla, doğasal, sosyal ve ekonomik nedenliydi.”(6)

İbrahim Balaban – Tokuşan Öküzler

Hapishaneden hava almak için bahçeye çıktığında resmin ondaki ‘karşılaşma’ ve ‘yoldaşlık’ halini ayrımsar; ”Bursa mapus damının avlusu, büyük bir tarla. Bizim köyün tarlalarında ne kadar ot varsa gelip bitmiş burada. İşte labadalar, ebegömeçler, kertelceler, kıncıkıcılar, ciciler. Bunlar da çakırga, devedikeni ve kenger. (.) Adembabanın biri emekleyerek abanmış yere, ot yalıyor bizim öküzler gibi. -N’apıyorsun be kardeşim?- Ot yiyiyorum abi ben açım.-Neden ellerinle koparıp da. –Ellerim kirli. Düşündüm:”Bunun resmini çizsem, olur mu ki? İşte kalem, işte kâğıt çiziyorum.”(7) Nâzım, Balaban’a sorar; “Niçin resim yapıyorsun?Daha iyi resim yapmak için.-Daha iyi resim yapınca ne olacak? Çok güzel resim olur.-Başka? Bilmiyorum.(.)Bilmez, bilmez. Ben biliyor muydum niçin yazdığımı? Zaman gelir, o da öğrenir.”(8) Nazım’ın çırağı Balaban, koğuşa dönerken kendinle konuşur; “Yok be! Resim yapmadan duramayacağımı bilir mi bunlar? Cahil herifler?”(9)

Nâzım, resim-edebiyat konusunda destek olmayı ödev bilmiş, sanat dallarının birbirini varsıllaştırmasını göz ardı etmemiştir. Balaban’ın birçok tablosuna şiir yazarak kendi şiirini de besler; Balaban’ın ‘Harman’ tablosu üstüne yazdığı şiirde tablonun içinde olmak ister; “Seçköyü’nden Feyzioğlu Ali’nin kızı,/ harman yerinde su döküyor dombaylara./ Dombaylar kapı gibi,/ dombaylar kızgın tuğladan,/ dombaylar kırmızı kara. /Ben de dombaylar gibi,/ eğdim kafamı toprağa./ Su dök!/ Serinliyeyim!”(10)

İbrahim Balaban – Harman

Balaban’ın ‘Mapushane Kapısı’ tablosunda kendini görür Nâzım, Piraye’si yoktur; (…)“Bir jandarma vardı demir kapının önünde,/ ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak./ Bir beygir vardı demir kapının önünde,/ neredeyse ağlayacak./ Bir köpek vardı demir kapının önünde,/ burnu kara, tüyü sarı/ kamış sepetlerde yeşil biber vardı,/ torbalarda kömür, heybelerde soğan sarımsak/ Altı kadın vardı demir kapının önünde/ ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;/ altı kadından biri sen değildin, ama/ beş yüz erkekten biri bendim…”(11)

İbrahim Balaban – Mapushane Kapısı

     Bazen bir şiir kitabının kapağı, Nazım’ı şiire çağırır. Orhan Veli’nin 1947 yayınlanan ‘Yenisi’ adlı şiir kitabının kapağını şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu resimlemiştir. “(.) Gül gelir, ceylan nazıyla;/ yılan gelir, kıpkırmızı gözüyle// insan gelir, bir çift sevda sözüyle. / Nazım der ki: Gelir Eyyub’un oğlu Bedri,/ buynu uzun, boynu eğri,/ yeşille, kırmızıyla, /sırma sırma çiziyle/ bir acaip yazıyla…”(12) Resim de bir acaip şiirdir biraz da.

     Şiir ve resim birbirini beslediği gibi; şiir, şiiri besler. Suret nedir diye sorarız? John Berger’e göre;“Bir insan öldüğünde kendisini tanıyanlara bir boşluk, bir uzam bırakır: Bu uzamın sınırları vardır ve ardından yas tutulan her kişi için farklıdır. Bu sınırları olan uzam kişinin suretidir ve canlı bir portre yapmaya çalışan ressamın aradığı şeydir. Bir suret, geride görünmez biçimde bırakılan şeydir.”(13)

Nâzım öldükten sonra birçok şiir yazılır. Ritsos, Nazım’ın suretini şiirleştirir; “(.) Merhaba Nâzım/ Nâzım/ sen bizi öyle çok sevdin/ biz seni öyle çok sevdik ki/ küçük adınla çağırır herkes seni/ herkes sen der sana/ Fransa’da Rusya’da Yunanistan’da/ Aragon’da Nâzım/ Neruda’da Nâzım/ ben de Nâzım/ özgürlük ki adlarından biridir senin/ o senin güzel adın./ Merhaba Nâzım.”(14)
Dipnotlar:
*
1 – Abidin Dino, Kültür Sanat ve Politika Üstüne Yazılar, Adam Yay. İst. 2000, ‘Arif Dino’başlıklı yazısından, s, 217
2 – Abidin Dino, A.g.e, ‘Arif Dino ile Aslıyok konuşma’ başlıklı yazısından, s, 215
3 – John Berger, Sanatla Direniş, çev: Aslı Biçen, Metis Yay. İst. 2017, ‘Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar’ başlıklı yazısından, s, 19
4- Nazım Hikmet, Bütün Şiirleri, YKY Yay. İst. 2007, ‘Saman Sarısı’ adlı şiirden, S, 1759-1760
5 – John Berger, ‘Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar’ başlıklı yazısından, s, 18
6 – İbrahim Balaban, Nâzım Hikmet’le Yedi Yıl, Berfin Yay. İst. 2003, s, 14
7 – İbrahim Balaban, A.g.e, s, 15
8 – Rady Fish, Nâzımın Çilesi, çev: Güneş Bozkaya-Kolontay, Ararat Yay. İst. 1975, s, 186
9 – Rady Fish, A.g.e, s, 186
10- Nazım Hikmet,, A.g.e, s, 941
11- Nazım Hikmet, A.g.e, s, 940
12- Nazım Hikmet, A.g.e, s, 893
13- John Berger,‘Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar’ başlıklı yazısından, s, 2113- 14-
14- Yannis Ritsos, çev: Çevat Çapan, Yön Yay. İst. 2004, ‘Bir ad müzik ve evrene dönüşünce’ adlı şiirden, s. 134