Andre Bazin, sinema diğer sanatların reenkarnasyonu der. Çok eski zamanlardan beri birçok tür arasında etkileşimler olmuştur. Sinema; bu alanda en gelişmiş sanat dalıdır. Edebiyat, resim, müzik, tiyatro, heykel, dans gibi sanat dallarının tamamıyla etkileşim içinde olan “Yedinci Sanat”ın en güçlü bağı “Edebiyat”ladır.

Her ikisinin de anlatı dili başkadır. Edebiyat ve sinemanın amaçları benzer ama araçları farklıdır. Roman, “dil”i, sinema “görüntü”yü kullanır.

Sinema özel bir sanattır. Diğer sanatlarla bağlantısı olsa da bunu farklı kullanır.

Sinemasal gösterge, sinema dili ya da göstergebilimi, sözel dil gibi yalnız belirti ve görüntüsel gösterge türü göstergeleri değil, simgesel göstergeyi de içerir. Gerçekten de sinemanın karışık ve katışık kökenleri göz önünde bulundurulacak olursa bunun başka türlü olması şaşırtıcı olurdu. Sinema yalnızca teknik açıdan gelişim gösterip, büyülü kutu, Daguerreotype, phenakistoscope ve benzeri araçların gelişimiyle ortaya çıkmadı. (Bu sinemanın Gerçekçilik açısından tarihidir.) Sinema aynı zamanda çizgi romanlardan, Vahşi Batı gösterilerinden, otomatlardan, ucuz romanlardan, gezginci tiyatro temsillerinden, büyüden ortaya çıktı. (Bu da sinemanın anlatım ve harikuladelikler tarihidir.) Lumiere ve Melies, Habil ve Kabil gibi değildirler, birinin ötekini yok etmesi gerekmez. Sinemanın tek bir boyutunu diğerleri pahasına, tek taraflı geçerli saymak çok yanıltıcıdır. Karantinaya alınmış, tek bir öze dayalı, katışıksız sinema diye bir şey olamaz.” (Peter Wollen, Sinemada göstergeler ve anlam)

Diğer sanatlardan aldıklarını kendi yapısı içinde kendine mal eden birleşmiş bir sanattır. Bu nedenle Badiou, sinemanın ancak diğer sanatlarla bağlantısı içinde kavranabileceğini söyler: “Sinema çok özel bir anlamda yedinci sanattır. Diğer altı sanatla aynı düzlemde onlara eklenmez, onları ima eder, diğer sanatların artı bir’idir. Onlar üzerinde, onlardan hareketle, onları kendi kendilerinden eksilten bir hareketle iş görür.

Sineme neden yedinci sanattır?

Birbirinden bağımsız iki görüntüyü peş peşe gösterip üçüncü bir anlamı zihnimize soktuğu için sinema yedinci sanattır. Buna Kuleşov etkisi (Koulechov Effect) deriz.  Sovyet sinemacı Lev Koulechov’un adını taşıyan deneydir. Deneyde birbiriyle ilgisiz çekimleri montajlayarak izleyicide bunların bir bütün olduğu izlenimini elde etmeye çalışmıştır Koulechov.

Örneğin Koulechov ,1918’de İvan Mozhukhin adlı dönemin ünlü oyuncusunu farklı görüntülerle yan yana getirince, bu görüntülerin değişik ifadeler meydana getirdiğini, oyuncunun aslında aynı olan yüz ifadesinin onun bu objelere olan duygusal tepkisini veriyormuş gibi göründüğünü fark etmiştir.

Onu izleyenler, yemek tasına bakarken aç bir adam, kıza bakarken arzulu, tabuta bakarken üzgün göründüğünü düşünürler. Oysa sadece tek bir görüntü kullanılmıştır. Kurgu sayesinde biz onu duygusal bir değişime uğramış olarak düşünürüz.

Sinema kurmaca ve anlatısal özelliklerinden dolayı en çok edebiyat, özellikle roman ile daha sıkı bir ilişki/etkileşim içinde olmuştur. (Cem Taylan, Sinemada yazınsal kaynaklardan uyarlama süreci, 1994) Sinemanın ortaya çıkışında yazınsal kültür öğeleri ciddi bir öneme sahip olmuş, sinema dilinin oluşumu kadar gelişiminde de romanın etkisi büyük olmuş, uyarlamalar içinde roman en önemli yeri tutmuştur (Nijat Özön, Roman ve sinema, 1964).

Temeli görüntüye dayanan sinema, kelimelerden oluşan edebiyat anlatım dilinin farklılığı gibi biçim özelliklerini belirleyen sınırlar dışında, aslında aynı çağa ait olmaları bazı teknik benzerlikler sebebiyle etkileşim içindedir. “Sinema neyi göstereceğini, bakışının konusunu seçerken roman alanına, roman da nasıl sergileyeceğini saptarken sinema tekniklerine yakınlaşır.” (Cemal Aykın, Batı Toplumlarında Roman ve Sinema İlişkileri I)

Anlatım teknikleri, sanatlar arasında ortaklık meydana getiren unsurlardandır. Örneğin: Bertolucci, şiir ve sinemayı birbirine yaklaştırmış; Salvador Dali, plastik fikirlerini sinemaya taşımış; Andre Breton, Mayakovski, Boris Vian, M. Duras gibi şair ve yazarlar kendilerini sinemada ifade etmeye çalışmışlardır. James Joyce ve Virginia Woolf’un bilinç akışı tekniği de sinemada kullanılan bir tekniktir.

Sinemanın en sık karşılatırıldığı ve benzetildiği sanat türü, anlatıdır. Bu benzetmenin kökeni eskiye dayanır. Edebiyat – sinema etkileşiminden ilk kez bahseden yönetmenlerden biri olan D. W. Griffith; film çekerken Dickens’la aynı şeyi yaptığını, tek farkının “resimle bir öykü anlatmak” olduğunu söyler. (Cemal Aykın,1983, Batı Toplumlarında Roman ev Sinema ilişkleri)

Bu bağlamda Sinema ve Edebiyat ilişkisini yakınlıklar ve farklar olarak tanımlayacak olursak;

  • Roman yazı, sinema görüntü kullanılır.
  • Her ikisinde de anlatıcı olabilir. Anlatıcı, romanın temeli, en etkili figürüdür. Roman, onun etrafında kurulur, kurgulanır.
  • Sinemadaki anlatıcı, ana karakter dışında; ses, müzik, dekor, oyuncu, ışık, kurgu, kamera açısı, görsel ve işitsel teknik özelliklerin birleşiminden oluşur.
  • Roman okuyucusu; olayları, anlatan kişinin bulunduğu mekân ve zaman açısından, belli bir mesafeden öğrenir. Olaylar, okuyucunun zihninde gelişir. Filmde ise “gösterme” vardır; olay, tüm ayrıntılarıyla izleyicinin gözünün önünde canlandırılır.
  • Romanda, duyguları sayfalarca okuyabiliriz ama sinemada tek kare ya da birkaç kareye sığdırılır.
  • Romanda bir karaktere güzel dediğimizde aklımızda yüzlerce güzellik belirebilir fakat sinemada bir kişidir. Hayal gücümüz burada kısıtlanır.
  • Romanda zaman, sinemada mekân ön plandadır.
  • Edebiyat bireysel, sinema ekip çalışmasına dayalıdır.
  • Sinema genel olarak şimdi zaman içinde ilerler, geçmiş flashbacklerle canlandırılır. Edebiyatta zaman kavramı daha görünürdür. Şimdiki, geçmiş ya da gelecek zaman birbiriyle aynı anda akabilir.
  • Sinema maliyeti yüksek olduğundan kısıtlı mekân ve zaman kullanımı olur. Romanda yazının sınırları geniş olduğundan sonsuz mekân ve zaman kullanımı olabilir.
  • Romanlar cümle ve paragraflardan oluşurken, sinema sahnelerden oluşur.

Romanlardan uyarlama olan filmler genelde görüntü ve duygu eksiliğine sahiptir. Bazı yapıtların romanlarından çok daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Genel olarak filmleri izlemeden önce romanlarını okumak daha etkili olabilir. Bazı senaristler özgün senaryolarını hazırlar. Bunları hazırlarken bazı yazarların öykü ya da paragraflarını sinema sahnesinde görmek mümkündür. Örnek olarak, Yönetmen, senarist ve fotoğrafçı; Nuri Bilge Ceylan kendi özgün senaryosunu hazırlarken Anton Çehov’un eserlerinden esinlenmiştir.

Geçmiş dönemde roman uyarlamaları daha fazlaydı. Günümüzde özgün senaryolar çoğalmış durumda. Birçok roman sinemaya uyarlandığında kitaptaki tadını vermese de içlerinde çok iyi uyarlamalar olan filmler mevcut.

Dünya Sineması ve Türk sineması her zaman edebiyatla iç içe olup birçok yazılı eseri beyaz perdeye aktardı.  Edebiyat ile sinema yüzyıllardır etkileşim içinde oldu. Romandan filme uyarlama üç şekilde gerçekleşir:

1) Romanın, sinema yararına bir senaryo özü olarak kullanılması,

2) Romanın, sinemaya egemen kılınması,

3) Romandaki yaratıcılığın sinema dilinde gerçekleştirilmeye çalışılması.

Roman uyarlamalarının başlıca sebepleri arasında: Sanatsal kaygılar, ticarî kaygılar, yazar ve yönetmenin politik mesajlarının uyuması, beğenilmiş bir romandan uyarlanan filmin ilgi görme garantisi, senaryo yazmak adına kısıtlı zaman bulunması, film bütçesinde senaryoya ayrılan payın düşük olması ve senaryo azlığı sebepler sayılabilir.

Edebiyattan sinemaya yapılan uyarlamaların geçmişi çok eskidir. George Melies’ın Jules Verne’den esinlenerek, 1902’de çektiği A Trip to the Moon (Aya Seyahat) filmine kadar dayanır. Bu film aynı zamanda bilim-kurgu türünün de ilk örneğidir.

Edebiyatı ve özellikle de Balzac, Hugo, Dickens gibi yazarların romanlarını Melies’in ardından öncelikli Fransız ve İtalyan yönetmenler, sonrasında Amerikalılar, senaryo metinleri olarak kullanmışlardır.

Türk sinemasında ilk roman uyarlaması, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı eserinden uyarlanan ve 1919’da çekilen, Mürebbiye filmidir. Film o dönemin şartlarında sessiz film olarak çekilmiş ve Fransızların küçük düşürüldüğünü savunan bir Fransız subayından dolayı ilk sansüre uğrayan film olmuştur. Filmin yönetmeni, senaristi ve oyuncu olan Ahmet Fehim’e başrolde Bayan Kalitea eşlik eder.

O yıllarda henüz sinema yazım tekniği bilinmediğinden, eser olduğu gibi görüntüye aktarılmış; ancak bu yöntem daha sonra romandan uyarlanan bazı filmlerin yüzeysel kalmasına sebep olmuştur. Türkiye’de, yerli popüler romanların sinemaya uyarlanması oldukça yaygındır. 1919-1972 arasında çok fazla roman uyarlaması olduğu görülür.
Dünya geneline bakıldığında, yapıtları sinemaya en çok uyarlanan isimlerin başında Shakespeare’in geldiği görülür. Çok sayıda yapıtı filmlere konu olmuştur. Bunun dışında; Dostoyevski, Ernest Hemingway, Gabriel Garcia Marquez, Flaubert, Proust, Alexander Dumas, John Steinbeck gibi yazarların yapıtları da defalarca sinemaya uyarlanmıştır. (Ertekin Akpınar,2005, 10 Yönetmen ve sineması)
1950 ve 60’larda Türk klasiklerinden çok popüler kültür dediğimiz çok satanlar romanlarından uyarlamalar olmuştur. Nijad Özön, bu konuda şunları söyler: “1950 ve 60’lı yıllarda Türk sineması için geçim derdi yoktur, ev sıkıntısı yoktur, gecekondu yoktur, karaborsa yoktur, evli bir çiftin karşılaşacağı sorunlar yoktur. İnsanlar, yaşadıkları yer, çevre ve zaman ne olursa olsun; Mükerrem Kâmil romanına göre tanışır, Esat Mahmut romanına göre sevilir, Kerime Nadir romanına göre verem olup ölürlerdi.”
Sonraki yıllarda, piyasa romanları sinemaya kaynak teşkil etmeye devam ederken bazı yönetmenler Türk klâsiklerini filme çekmeye başlarlar. “Ömer Seyfettin’den Kara Peçe; Halide Edip Adıvar’dan Döner Ayna, Vurun Kahpeye, Sinekli Bakkal; Reşat Nuri Güntekin’den Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi, Çalıkuşu, Bir Dağ Masalı, Yaprak Dökümü, Değirmen; Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan İç Güveysi; Halid Ziya Uşaklıgil’den Kırık Hayatlar, Aşk-ı Memnu; Orhan Kemal’den Avare Mustafa, Murtaza, Vukuat Var, Mahpus, El Kızı; Fakir Baykurt’tan Yılanların Öcü; Necati Cumalı’dan Susuz Yaz, Boş Beşik; Yaşar Kemal’den Urfa İstanbul, Alageyik, Arı Dağı Efsanesi, Yılanı Öldürseler; Yusuf Atılgan’dan Anayurt Oteli vb. bu kategoride sinemaya uyarlanan eserlerden bazılarıdır.” (Agah Özgüç, 1996, Geçmişten Günümüze Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları)
Dünya Edebiyatı’nda ise durum farklı değildir. Geçmişten günümüze çok fazla roman uyarlaması olmuştur. En iyi uyarlama ödüllerini alan birçok film bulunmaktadır. Hatta bazı filmler birkaç kez beyazperdeye aktarılmıştır. Bunlara örnek olarak, Charles Dickens Büyük Umutlar, Alexandre Dumas Üç Silahşörler, Victor Hugo Sefiller, Charles Dickens Oliver Twist, Frankenstein Mary Shelley, Charles Dickens Bir Noel Şarkısı, Alis Harikalar Diyarında Lewis Carroll, Anna Karenina Tolstoy, Sherlock Holmes Sir Arthur Conan Doyle, Dracula Bram Stoker.
Bununla beraber hafızalara kazınan ve kitapları kadar iyi olan filmlerde mevcut, bunların içinde Imdb(internet film veri tabanı) En yüksek puan alan filmler listesinde birinci sırada bulunan Esaretin Bedeli (Shawshank Redemption) filmidir. Romanın yazarı Stephen King’tir. Ve yazarın birçok filmi beyazperdeye uyarlanmıştır. Romanları kadar iyi uyarlanan filmler arasında Baba (Godfather) Mario Puzo, Schindler’in Listesi Thomas Keneally, Dövüş Kulübü (Fight Club) Chuck Palahniuk, Guguk Kuşu (One Flew Over The Cuckoo’s Nest) Ken Kesey, Yeşil Yol(The Green Mile) Stephen King, Kuzuların Sessizliği( The Silence of te Lambs) Thomas Harris, Otomatik Portakal (A Clockwork Orange) Anthony Burgess, Bir Rüya için Ağıt (Requiem For A Dream) Hubert Selby filmlerini örnek olarak gösterebiliriz.
Fakat romanların çoğunda aldığımız tadı filmlerde alamayabiliyoruz. Bununla beraber uzun ve sıkıcı olarak gördüğümüz okumaktan kaçındığımız romanların da filmleri daha etkileyici gelebiliyor. İyi bir roman okuru için filmler her zaman eksik kalacaktır.


Bazı romanlarda hayal dahi edemeyeceğimiz bölümleri sinemada görsel efektlerle izlediğimizde etkilenebiliriz.
Kısacası, içi içe olan bu iki sanat daima birlikte yol olacaktır. Nihayetinde bir senaryo kelimelerden oluşur. Edebiyatın temeli harfler ve kelimelerken sinema hiçbir zaman edebiyattan uzak kalamayacaktır.

Zeynep Pınarbaşı