Hiç beklemediğim bir zamanda aniden ortaya çıkıp, fazla düşünmeden karar verdiğim sürpriz etkinlikleri, gezileri severim. O programsız geziler günlerce planladıklarımdan daha güzel olur, onların ayrı bir büyüsü ve gizemi vardır. 24-25 Aralık 2022 tarihinde, Yılmaz Özdil’in bir köşe yazısında bahsettiği 4. Uluslararası İzmir Sefarad Kültür Festivali’ne gidişim de böyle sürpriz bir geziydi.
İlk kez kullandığım İstanbul Havalimanı’nın büyüklüğü ve görkemi beni şaşırttı. Uçağımız sorunsuz bir uçuşla İzmir Adnan Menderes Havaalanı’na indi. İzmir bütün şehirler gibi büyümüş, çok göç almış ama eski yıllara göre daha da güzelleşip cazibesi artmış. Kısa şehir turunda gördüklerim denizin doldurulup kordonun daha büyük, güzel, daha işlevsel kullanıldığı ve denizin kokusuz, daha seyredilesi olduğuydu.
İstanbul deniz ve balık şehri olmasına rağmen, İzmir Balık Pazarı’ndaki bolluk, çeşitlilik ve tazelik öyle etkiledi ki, balıkları yememin yanı sıra, imkânım olsa bütün balıklardan bavuluma doldurup getirmeyi istedim.
Festivalde 24 Aralık 2022’de akşam etkinliğinde Kemeraltı’nda Etz Hayim Sinagogu’ndaki konseri ‘Salut de Smyrne’ grubu  Akdeniz Sefarad Müziği ile gerçekleştirdi. Grup 6-7 genç müzisyenden oluşan keman, ut, kanun, gitar, bendir ile çok coşkulu ve tam bir kültür mozaiğiydi. Şarkılar Sefarad Musevilerinin kullandığı Ladino dilinin yanı sıra Yunanca ve Türkçe okundu, şarkılar çok coşku dolu, enerjik ve neşeliydi. Şarkılardaki coşku gönüllerde hoş bir köşeye yerleşmeyi hak etti.

Etz Hayim Sinagogu en eski sinagog, 1851’de onarılmış, şimdi de çok eskimiş, artık ibadet amaçlı kullanılmıyor, sadece törenlerde açılıyormuş. Haham beyaz takkesi, beyaz cübbesi ile törenin başında yaptığı konuşmada biraz Musevi geleneklerinden kısaca bahsetti. Müslümanlarda cuma gününe karşılık Musevilerin cumartesi gününün kutsallığından da (şabat). ŞABAT cuma akşamı ailece beyaz örtünün üzerine hazırlanan özel yemeklerden sonra başlar, cumartesi akşamına kadar ateşe yaklaşılmaz, mümkünse evde yemek pişirilmeyeceğinden dışarıda yemek tercih edilir ve akşam artık kutsal ateşi yakıp tanrıya dualar edip şükredilir. Birkaç yudum şarap içilir dedi ama kendisi onun yerine üzüm suyu içmeyi tercih etti, bir elini yumruk yapıp, bu el hareketinin insanların ne olursa olsun eşit olduğunu vurguladığını söyledi ve ayrıca 7 mum yakıp yeni haftanın hayırlı olmasını diledi.
25.12.2022 Pazar günkü etkinlik 16. Yüzyılda yapılan Sinyora Sinagogu’nda gerçekleşti. Panelde Türk Musevi Topluluğunda geleneklerin günümüzdeki uygulamaları, yazar Raşel Rakella Asal’ın anneannesinden öğrendiği ve kaleme aldığı Musevileri anlatan kitapları tanıtıldı ve geleneklerden bahsedildi.
Örneğin 15 Nisan’da tabiatın uyanışı ile başlayan Hamursuz Bayramı (Pesah), 7-8 gün süren İbranilerin Mısır’dan ayrılışlarını acele ile ekmeklerini mayalamadan alıp kaçışlarını temsil eder ve o kutsal günlerde mayalı yiyecekler yenmez hatta evden uzaklaştırılır. Sadece un ve su ile yapılan ‘Matza’ denilen ekmek yenilirmiş. Pesahtan tam elli gün sonra Şavuot Bayramı kutlanır.
Tanrının Sina Dağı’nda toplanan İsrail milletine Tevrat’ı armağanının yıldönümü Şavot. Hamursuz ile Firavuna kölelikten kurtulan Yahudiler Şavuotla birlikte tanrıya bağlandı.
Pesah ( Hamursuzun ) ikinci gecesinden, Şavuot da Toranın (ilk hasat) alınışına kadar devam eden 49 günde kişi kendini gün be gün geliştirip ruhunu adım adım arındırdığı en saf haline ulaşmak ödülüne kavuştuğu süreci belirtip, 15 Nisanda başlayan süreç Haziran başında tamamlanmış oluyormuş.
Biraz da Sefaratlarla İzmir’e birlikte gelen yiyecek kültüründen bahsedildi. Hamursuzdaki ekmek Matza, ayrıca bir çeşit poğaça olan boyoz, kumru ve midye kültürünün Yahudilerle geldiğinden.
Özellikte Pesahta yenen özel ekmeğin yanı sıra tepsiye konan kuzu kemikleri, marul o yıllardaki çileleri, haşlanmış yumurta yas sembolü olarak cenaze töreni sonrası ikram edildiğinden söz edildi. Evlilik törenlerinde ise gümüş tepsi üzerine badem ezmeleri, en alta da takılar konulurmuş. Takı töreninin şimdilerde kalktığı, sadece aile arasında isteme törenlerinin gerçekleştiği anlatıldı.
Sefaratların yaşadığı gettolara KORTEJO denildiğinden, bir arada daha emniyetli olacakları için akşam şehrin kapısının kapatılıp, gece ancak odabaşı tarafından hasta ve doğum olunca açıldığından, kortejoların birer bellek mekânı olduğu ve Avrupa Birliği’nin desteği ile tadilatla yeniden İzmir’e kazandırılacağından bahsedildi. Şehri yaşanır hale getirmek için bu anı bellek mekânlarına daima ihtiyaç olduğu, aksi taktirde şehirlerin tükeneceğinden bahsedildi. Bütün bu anlatılanlar beni hangi din, hangi kültür olursa olsun, iyi insan olmak ve insanlık adına kalıcı şeyler yapmanın her öğretinin amacı olduğu konusunda yeniden düşündürdü.
Kısa gezimizde Karataş semtindeki Tarihi asansöre gitmeden olmazdı. Özellikle Dario Moreno Sokağı girişinde sağlı sollu onun heykelleri ile karşılanıyor, biraz ileride şarkıcı, piyanist ve tiyatrocu Moreno’nun yaşadığı iki katlı ahşap evi görüyorsunuz (halen tadilatta). Yolun sonunda bütün heybeti ile 58 metre yüksekliğindeki pembe boyalı, çift asansörün inip çıktığı yapı, güzelliğinin yanında ulaşımı zor olan iki semti birbirine bağlıyor. Tarihi Asansörü 1907 tarihinde Nesim Levi Bayraklıoğlu diye bir hayırsever özellikle yaşlı ve çocuklara tepelerdeki semte kolaylıkla ulaşabilmeleri için yaptırmış. Asansörde Dario Moreno’dan parçalar çalması ayrı bir güzellik, asansörden yukarı çıkınca deniz ve İzmir manzarası apayrı güzel.
Biraz daha panoramik şehir gezintisinden sonra İzmir Kız Lisesi’nin tarihi binası, Eski Nato Binası, Efes Otel, Meşhur Reyhan Pastanesi hızlı şehir turundan aklımda kalanlar.
Dönüş saati gelip çatmıştı, tüm bunlar o kadar güzeldi ki zamanın nasıl geçtiğini unutup uçağa zor yetiştim. İstanbul kalabalık kargaşa ve keşmekeş de olsa doğup büyüyüp yıllarımın geçtiği, gene de her haliyle çok sevdiğim şehir. Dönüp dolaşıp geri geldim her zamanki gibi.
SERAP ALSIRT